YAZARLAR

Papatya falı; öpecek, öpmeyecek, öpecek… İllaki!

ABD’de seçim sonrası Suriye siyaseti ters-yüz olabilir. Olası yeni durumlar Türkiye-Suriye ortaklığını gerektiriyor. İsrail-Lübnan savaşı Suriye’yi de içine çekerse bu ülkenin ciğerlerine kadar girmiş bir Türkiye bundan kaçamaz vs. Bunlar Erdoğan’ın yeniden “Kardeşim Esad” demesine yeter sebepler.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad arasındaki olası kucaklaşmaya dair papatya falı başladı. Görüşecekler, görüşmeyecekler, görüşecekler…. İllaki görüşecekler. Peki nerede; Ankara mı, Moskova mı, Bağdat mı? Üst düzey buluşma Bağdat, zirve bir ihtimal Moskova.
Peki ne zaman? Bu soru papatya falı için bile fazla. Tarafların hadi buna bir son verelim deyip siftah yaptığı buluşmanın üzerinden 4 yıl geçti.
Erdoğan’ın gönlündeki formül Rus lider Vladimir Putin’in katılımıyla Esad’la Ankara’da kucaklaşmak. Davet göndermeye hazır.
Bari Esad daha fazla nazlanmasa! Dostluktan düşmanlığa, düşmanlıktan dostluğa yol vardır. Olmayan şey güven. O da her şeyin başı.
Erdoğan ailece görüştüğü günleri yad ederken, aynısını yeniden yapabileceklerini vurgularken, davetten bahsederken ‘bir buluşsak gerisi kolay’ demeye getiriyor. Tek taraflı bir kur sanki. Herkesin gözü kulağı Kasyun Sarayı’nda. Esad bir yanıt verse bari, ortalık bir toz duman olsa. Yok. Ya muhatabının kendi kendini yormasını tercih ediyor ya da ciddi bir şeyler döndüğü için susuyor. Gerçi Suriye’de az konuşmak efdaldır. El Vatan’dan, SANA’dan bir şey çıtlatılırsa diye sabah akşam tıkla dur. Genel geçerin ötesinde özel bir şey yok.
Aslında vaziyet ortada. Esad açısından bakılırsa ülke işgal altında. Topraklarının neredeyse yüzde 10’u Türk ordusu ve müttefik milislerin kontrolünde. Esad, Moskova’da istihbaratçılar ve bakanlar düzeyinde görüşmeler olurken egemen bir ülkeden gelebilecek en doğal iki talebi masaya koydurttu: "Türk ordusu çekilsin" ve "terör örgütlerine destek kesilsin".
Aslında bu talepler 2020’de istihbarat şefleri arasındaki görüşmelerde de masadaydı. Yeni olan şey Türkiye'nin Esad’la uzlaşmadan Suriye’de içine saplandığı durumdan çıkamayacağını iyice anlayıp biraz esnemesi. Erdoğan kucaklaşmakta ciddi ama Türkiye’yi Suriye’de düşürdüğü durumun adının konulmasını ya da konuşulmasını istemiyor. Koşullar gündeme gelince de şartı şartla öldürüyor: Kürtlerin liderliğindeki özerk yapı dağıtılacak ve muhalifler Şam’da yönetime dahil edilecek.
Bu yaklaşımın Türkçesi; ‘hele bir kucaklaşalım, sonrası kolay’. Kervan yolda dizilirken kim kime çelme takarsa. Fakat sorunlar sözlü taahhütlere bırakılamayacak kadar ağır. ‘Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile olduysa Suriye ile de olur’ diye kolaya vuranlar var. Suriye ile normalleşme herhangi biriyle kıyas kabul etmez ki onlarla bile süreç epey uzun sürdü. Bu ülkeleri işgal etmedi, rejimlerine karşı vekalet savaşı yürütmedi, ‘özgür … ordusu’ ‘… milli ordusu’ kurmadı, alternatif hükümet ilan etmedi, ordularıyla çatışmaya girmedi, milyonlarca sığınmacıyı içine almadı, şehirlerini talan ettirmedi.

Haliyle "Eskiden ailece görüşüyorduk…" diye başlayan tüm cümleler artık yok hükmünde.

Kuşkusuz gidişat felaketin neresinden sıyrılırsa iki taraf için de hayatidir. Ortadaki tablo ve olası yeni bölgesel gelişmeler geçmişi unutmadan ve geçmişe takılmadan ileriye bakmayı emrediyor.
Aslında Rusya iki tarafın da bulabileceği en iyi arabulucu. Suriye’nin müttefiki ve garantörü, Türkiye’nin göreceli stratejik ortağı. Putin ‘önkoşulla gelmeyin’ deyince süreci tıkayan önkoşullar yerine koşulların masada konuşularak şekillendirileceği bir esneklik sergilendi. Olan şey; normalleşme için ‘Türkiye çekilsin’ demek yerine ‘Belli bir takvim içinde aşama aşama çekilsin ve çekilme yazılı-resmi güvenceye bağlansın.’ Fakat anladığımız kadarıyla Erdoğan ‘Benim sözüm senettir’ demeye getirip işi resmiyete dökmek istemiyor. Tam anlamıyla ‘kervan’ metaforu! Bir bakıma ‘Çekilirsem özerk yapı ne olacak?’ diyor. ‘Terör koridoruna karşı yok edici olacak mısın, önce senin samimiyetini bir görelim.’ İlişkiye kuşku konduruyor.
Fakat kucaklaşma olacaksa herkesin sadede gelmesi lazım. Esad mutabakat sağlanmadan liderler zirvesine gelmez. Ayrıca ilk buluşmanın Ankara’da olmasına ‘Evet’ demez. Şeytanın bacağını kıracak bir şeyler olmalı. El Vatan’da Firas Aziz Dib de “Ankara’da olmaz” diyor. Çünkü bu görüntü Esad’ın Suriye topraklarındaki işgali meşrulaştırdığı ya da normalleştirdiği suçlamasını getirir. Şam’da rejimin zinde ve yorgun güçleri Esad’ı tefe koyar! Esad da bu duruma izin vermez. Aksi olursa uzlaşılmış ama ilan edilmemiş bir şey var demektir.
Tabi bir taraftan Erdoğan’ın 13 yıl sonra Bağdat’la dostluğu yenilemesinin şerefine Başbakan Muhammed Şiya el Sudani uğraşıyor; en azından bakanlar düzeyinde bir görüşme için koşulları olgunlaştırmaya çalışıyor. Sanki Ankara’da Rusya ve İran’ın etkisi olmadan doğrudan Suriye tarafı ile kafa kafaya vererek sonuç alınacağına dair bir yaklaşım sergileniyor. Fakat Rusya’nın ağırlığını Irak taşıyamaz. Rusya’nın Suriye’ye vereceği güvencenin yüzde birini Irak veremez. O yüzden Şam açısından ciddi bir süreçte ilk liderler buluşması için adresin Moskova olması daha tercihe şayandır.

Erdoğan’ın acelesi ayan beyan: Halihazırda Irak’ta yürüttüğü operasyonları Suriye’ye yayma imkanını bulamıyor. Özerk yönetime karşı Şam-Ankara ittifakının yegâne alternatif olduğuna dair ‘devlet’ katı bağırıyor. Şam’la yeni sayfa açmadan sığınmacıları geri gönderecek koşullar oluşmuyor. Düşmanlık uzadıkça bu mesele yakıcı hal alıyor. ABD’de seçim sonrası Suriye siyaseti ters-yüz olabilir. Olası yeni durumlar Türkiye-Suriye ortaklığını gerektiriyor. İsrail-Lübnan savaşı Suriye’yi de içine çekerse bu ülkenin ciğerlerine kadar girmiş bir Türkiye bundan kaçamaz vs. Bunlar Erdoğan’ın yeniden “Kardeşim Esad” demesine yeter sebepler.
Esad’ın acelesi yokmuş gibi gözükse de normalleşme ihtiyacı orada da aşikâr: Ekonomi dibe vurdu; yeniden inşa planları yürümüyor. Türkiye ile normalleşme ekonomi ve yeniden inşada belli ölçüde fırsatlar yaratabilir. Türk kalkanı devrede kaldığı sürece silahlı grupları temizleyemiyor. ABD varken Fırat’ın doğusunda durumu değiştiremiyor. Özerk yönetime karşı Türk baskısını ‘kâr’ sayıyor ve Türkiye’nin ABD’ye baskısını işlevsel görüyor ama yeterli değil. İsrail’in savaşı bölgeselleştirmesinden çekiniyor. Savaşın Suriye’ye sıçraması halinde her şeyin tepetaklak olacağını görüyor. Uluslararası tecridi kırmaya şiddetle ihtiyacı var.
Ama bunların hiçbiri Esad’ın iki temel koşulunu masadan kaldırmaya yetmiyor.
İki lider de baskı altında fakat pozisyonları ve sorunlara yaklaşımları hala birbirine çok uzak. Yine de yerin altı fokurduyor, yakında bir şeyler olacakmış gibi.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.